4 Eylül 2013 Çarşamba

Başka Öyküler - Bahadır İçel

Okuması zevkli bir öykü kitabıydı. Öyküler mi? Gayet başarılı. İncelemeye Rıhtım üzerinden ulaşmak isteyenler buraya tıklayabilirler.


“…2007 yılına geldiğimde ikinci kitabımı yayınlamamın verdiği cesaretle neden olmasın dedim kendi kendime ve ekranımın başına geçip ilk kısa öykümü yazdım. Yarım günümü almıştı ve sonraki günlerde üzerinden birkaç kez geçip düzeltmeler, eklemeler ve çıkarmalar yaptım. Bir kenara koydum ve birkaç haftalığına unutuverdim. Tekrar elime alıp baktığımda büyülenmiştim. Bu küçük sihirli şeyin elimden çıktığına ben de inanamıyordum. Bu benim ilk ‘resmi hikâyem’ dediğim hikâye, bu kitapta yer alıyor ancak hangisi olduğunu size söyleyecek değilim. Birazcık gizemi hoş görmenizi rica edeceğim ve tercihi sizin hayal gücünüze bırakacağım. Hikâyeler de buradan güç almıyor mu zaten? İskeleti bana ait ancak ayrıntıları tamamlayacak olan siz okuyucularsınız…”
-Bahadır İçel.

“Karanlığın Ötesinde”, “Lost: Nasıl?” adlı kitapların yazarı Bahadır İçel’in ilk öykü denemelerinin yer aldığı ilk öykü kitabı olma özelliğini taşıyor “Başka Öyküler”.

Televizyonundan başka dünyaları izleyebilen bir bekçi, efsanevi kuşun peşindeki yaşlı bir avcı, korkunç bir öykü tellalı, dağlarda teröristlerle çatışan yaralı bir asker, ilham perisiyle birlikte olan bir yazar ve ölmemek için inat eden bir Kızılderili…

Toplamda on öykü mevcut. Kitabın en sonunda yer alan “Öykülere Dair” adlı bölümde, öykülerin ortaya çıkış aşamalarına değinmiş İçel. Bu okurlar için güzel bir artı elbette. Bahadır İçel’in “ilk resmi öyküm” dediği öyküyü de okuyabilme şansına erişiyoruz. Peki hangi öykü bu? Bilmiyoruz. Yazar o öyküyü okurların bulmasından yana. Evet, öyküleri okurken Sherlock Holmes rolüne soyunabilirsiniz.

Yüzeysel bir şekilde öykülere değinmek gerekirse;

1.Sahibinden Kiralık Öyküler:

Kitabın ilk öyküsünde “özgün yazarlık” konusuna fantastik bir bakış açısı getirerek kalemini konuşturmuş İçel. Nereden geldiğini tam olarak kestiremediğimiz bir yaratığın, önce dünya üzerinde bu güne dek yazılmış olan tüm öykülerden haberdar olduğunu öğreniyoruz, daha sonra da yazar olmak isteyen kişilere özgün bir öykü hediye ettiğini. Öyle karşılıksız yapmıyor bu işi tabii ki. Bir özgün öykü karşılığında bir özgün öykü istiyor. İşte tüm derdi bu. Elbette bir müddet zaman tanıyor. O gün gelip çattığında da öyküyü almak için geri dönüyor. İlginç bir sonla noktalanıyor öykü ve son paragrafı da oldukça güzel.

“Yazmaya devam et ve yeteneğini kaybetme. Çok iyi yerlere geleceksin. Sen yazmaya devam ettiğin sürece seni tekrar ziyaret için bir sebebim olacağını sanmıyorum, seni okumak epey keyifli olacak. Unutma, canavarlar her zaman güzel hikayeleri severler.”

2.Günkuşu Ziyafeti:

Öyküyü okumaya başladığımızda aklımıza hemen bir önceki öykünün sonu geliyor. Bir konuda ufak bir düğümle bağlanıyor bu iki öykü birbirine. Fakat o ufak düğümü burada söyleyecek değilim. Henüz okumayanlar için sürpriz bozucu unsuz içerdiğinden, engel teşkil edebilir. Adından da anlaşılacağı üzere bir Günkuşu mevcut hikayede. Bu kuşun nasıl bir şey olduğunu bilmiyoruz ama. Gayet normal başlayan ve gayet sıradan bir şekilde devam eden hikaye, finalde fantastik bir sonuca bağlanıyor. Bu da okuru şaşırtmaya yetiyor.

3.Başka Gezegenden Görüntüler:

Orta yaşlarda bir adamın hayatının sıkıcılığına konuk oluyoruz bu öyküde. Evli ve kızı olan bir baba aynı zamanda. Bir tesisin gece bekçiliğini yapmakta. O sessiz gecelerde tek bir arkadaşa sahip; 37 ekran bir kutu. Gecenin sessizliğini içine çeken ve yalnızlığını gideren tek unsurdur bu televizyon. Bir gün kanal arama işlemi sırasında değişik görüntülerle karşılaşıyor, Dunevari. (Bir şeyler çağrıştırdı mı?) O görüntülerin bu dünyadan olmadığına o kadar emin ki, merak ettiği halde zaman zaman bakamadığı ve kanalı değiştirdiği oluyor. Betimlemelerden anlaşılacağı üzere bu gezegenin Mars olabilme ihtimali bir hayli yüksek. Bu öyküden her sonu beklerdim ama yazarın dönüp dolaşıp konuyu televizyonun toplum üzerindeki etkisine getireceğini hiç düşünmezdim. Oldukça hoş bir sondu. Ha bir de öykünün bazı kısımlarında, bazı kesimlere eleştiri de hakim.

4.Nüfus: Ruhuna El Fatiha (Population: R.I.P.):

Öykünün ilk paragrafını okuduğunuzda acıkmanız muhtemel. Ağzınızın sulanmaması için herhangi bir sebep yok. Ama konumuz yemekler değil neyse ki. Kitaptaki en kısa öykünün içeriğine değinelim şimdi. Aslında her şey yemek yemeyi dünya üzerindeki her şeyden çok seven bir adamın vasiyetinde, “beni öldükten sonra mutfağa gömün” demesiyle başlıyor. Daha sonra kimsenin tahmin dahi edemeyeceği bir hızla yayılmaya başlayan bu enteresan gömülme işlemi, toplumu etkisi altına alıyor. En ufak bir kıvılcımın ne denli hızlı yayılabileceğine dikkat çekmiş burada yazar. Gülümseyerek okudum.

5.Biricik İlham Perim ve Onun Tatlı Bekareti:

Yazarsınız ve geçiminizi yazarak kazanıyorsunuz. Yazmazsanız maddi sıkıntı çekeceğinizi biliyorsunuz. Fakat dönemsel bir tıkanıklığa girdiğinizin de farkındasınız. Her ne kadar bunun geçici bir durum olduğunu düşünseniz de, boş bir sayfaya bakarken buluyorsunuz kendinizi tüm yazma çabalarınızın ardından. Sonra ne mi oluyor? Kapınız çalıyor. Kim mi gelmiş? İlham periniz. Niye mi gelmiş? Adı üstünde ilham perisi işte. Daha sonra kendinizi ilham perinizle sevişirken buluyorsunuz. Onun büyülü güzelliğinin vermiş olduğu güçle tekrar eskisi gibi yazabiliyorsunuz. İşte böyle bir öykü Biricik İlham Perim ve Onun Tatlı Bekareti. Fazlası da var.


6.Kuştepe Lisesi Öyküleri:

Gizemli birinin daveti üzerine giriyoruz Kuştepe Lisesi’ne. Sonra o gizemli şahsın kendi ağzından, eskiden burada yaşanmış olan birkaç olayı öğreniyoruz. Okulun koridorlarında gezerken dikkatli olmamız gerektiği konusunda da bir uyarı alıyoruz. Sonra da üzücü bir gerçekle yüzleştiriyor bizi gizemli karakterimiz. Ve ürkmüş bir halde ayrılıyoruz Kuştepe Lisesi’nden. Üzülerek bir de.

7.O Dağlarda Bir Yerlerde Şeytanlar Dolaşıyor Olmalı:

Doğunun o bilindik kara kışlarından birinde, bir askerin gözünden dünyaya bakma fırsatı buluyoruz bu öyküde. Askerlik bir meslek değildir, görevdir bilincindeyiz elbette. O askerin duygularını biz de tadıyoruz öykü boyunca. Okurken üşüyoruz hatta. Görev her ne kadar vatanı korumak olsa da, bir hiç uğruna öldüklerini anlıyoruz aslında. Ülke bütünlüğünü bozmak isteyenlerin oyununa geliyoruz her defasında. Ha evet, ne demiştik? O dağlarda bir yerlerde şeytanlar olduğunu bilerek bir askerin zor anlarına tanıklık ediyoruz. “Yalnızca bazen ortak paydamızın insanlık olduğunu hatırlamamız gerektiğini düşünerek yazdım,” diyor bu öykü için İçel, kitapta yer alan öykülerin çıkış noktalarını okuduğumuz “Öykülere Dair” adlı son bölümde.

8.İnsanoğullarının Son Düşü:

Sanırım kitapta en beğendiğim öyküydü. Evet evet, kesinlikle öyleydi. Hep vahşi bir ırk olarak bilinir genellikle kızılderililer. (Aslında kızılderili demek de bir nevi ırkçılık anlamına geliyormuş, yakın zamanda okuduğum bir kaynakta öyle yazıyordu. Ama tam emin değilim yine de, emin olana dek kullanayım bari.) Oysa ki öyle bir halk olmadıklarını bilmemiz gerek. Asıl vahşi olan bizleriz aslında. Zamanında Amerika kıtasına göç eden insanlardır aslı vahşi olanlar. İnsanları anavatanlarından attığımız yetmiyormuş gibi, bir de onları aşağılamaya kalkıyoruz. Bunlara hiç gerek yok. Akıl sahibi, bilinçli insanlar olarak hata yaptığımızın farkına varmak ve en kısa zamandan o yanlış yoldan dönmemiz gerek. Öyküye dönecek olursak eğer, Amerika’nın yerlileri üzerine yazılmış bir efsane aslında. Bir başka deyişle; katlettiğimiz insanlara ait bir efsane.

9.Melekler De Ölür:

Var olduklarını bildiğimiz fakat betimleyemediğimiz canlılar üzerine kurulu bir öykü bu. Melekler. Evet, birçoğumuz meleklerin varlığına inanırız ama iş tarif etmeye geldi mi tıkanıp kalır, işin içinden çıkamayız. Yazar da böyle düşünmüş olacak ki, bu konu hakkında da hayal gücü çarkını çevirmiş. Meleklerin tam olarak neler yaptıklarını, kişiliklerini, düşünce tarzlarını okura nakşetmiş. Öykünün sonuna da ilginç bir sır saklamış. Kendine has düşüncesiyle melekleri betimlemiş.

10.Kedi:

Kitaptaki öyküler arasında bilimkurgu öğeleri barındıran tek öyküydü Kedi. Ve en sevdiğim 2. öykü oldu. Bir Asimov öyküsü okuyorum zannettim ilk başta. İlginç bir konu ve başarılı bir son. Aynı zamanda kitabın da onuncu ve son öyküsü.

Başta da bahsettiğim üzere, öykülerin nasıl öyküleştiğine dair yazar tarafından kaleme alınan kısa birkaç sayfalık bölümü de okuduktan sonra kitabımız sonlanıyor ve damağımızda başka öyküler okumanın tadı kalıyor.

Bahadır İçel’den henüz okumamış olanlara bir de uyarı var:

“Başka Öyküler”i okumadan önce iki kez düşünün çünkü ömür boyu yüreğinize kök salıp sizi bir daha geri dönemeyeceğiniz karanlık ve sürprizlerle dolu bir diyarın derinliklerine çekebilirler.

Kitap, Altın Bilek Yayınları etiketiyle raflarda.

Öykü severlere önerilir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder