22 Ekim 2013 Salı

Gece Oturumları - Ken Macleod


Gece Oturumları hakkında söyleyebileceğim ilk şey 2008 Britanya En İyi Bilim Kurgu Romanı Ödülü'nü kesinlikle hak etmiş olduğu. Aslında vurgulamak istediğim ödülün adı değil, bir ödül almış olduğu gerçeği. Yazar Ken Macleod'un ise ESFS ödüllü olduğunu belirtmekte yarar var.

Bilimkurgunun olduğu kadar polisiyenin de mevcut olduğu bir siyasi gerilim romanı Gece Oturumları.

Bilimkurgu denince birçok kişinin aklına insanlar tarafından yapılmış mekanik robotlar ve gezegenler arasında yolculuk yapan devasa uzay araçları gelir. 2.şık bu kitapta yer almıyor ama eğer robotların bolca yer aldığı bir kitap arıyorsanız bu sürükleyici kitap tam size göre!

Nükleer silahların bolca kullanıldığı bir gelecekte İman Savaşları beklenmedik bir sonuca yol açarak dinin tüm dünyada gücünü kaybetmesine neden olmuştur. Kitabın hakim olduğu dünya dinden, terörden ve daha birçok kötülükten arındırılmış; insanların, robotların ve insansı robotların bir arada yaşadığı türden.

Bir piskoposun öldürülmesi kitaptaki olayların başlangıç noktası. Buraya kadar salt bilimkurgu okurken, buradan sonra işin içine polisiye de giriyor ve birbirinden çok uzak bu iki türün ustaca harmanlanışına tanık oluyoruz.

Cinayeti araştırmakla görevli Komiser Adam Ferguson çok geçmeden bunun bir terörist eylem olduğu sonucuna varır. Kimler planlamıştır bu cinayeti? Ve amaçları nelerdir? Kısa bir süre sonra Adam Ferguson bu sorulara da yanıt bulacaktır.

Kitabın farklı bir sürece girmesiyse bu noktadan sonra başlıyor ve okurda merak unsuru artış gösteriyor. Sayfalar ilerledikçe karakter yelpazesinin de genişlediği kitap, deyim yerindeyse okurunu geriyor ve tatmin edici bir finalle de son buluyor.

Ben sevdim Gece Oturumları'nı. Güzel bir bilimkurgu macerasıydı. İşin içine din olgusu da girince gerçekten ilginç bir kitap çıkmış ortaya. Kitap hakkında daha detaylı bilgi vermek istemedim, yüzeysel değindim.

Az da olsa bilimkurguya ilgisi olanların okurken sıkılmayacağına garanti veririm.

Alıntılar:

"Robotlar insan yüz ifadelerini ve duygularını okumada insanlardan daha becerikliydiler."

"Dünyanın gerçekliğine inanıyorsan hiçbir şey delilik değildir." -Jessica.

"Ne kadar az korkarsan sonunda o kadar çok merhamet görürsün, değil mi?" -Brian Walker.

"Espri kavramsal bir yeniden düzenlemenin anlık sonucudur." -Kelle2

"Başkasının acısını hissedemezdiniz. Buydu işte. Duygudaşlık, evet, mümkündü; beyninizdeki ayna-nöronlarınız anlayışla ışıldayabilirdi ama işin özünde kimse başkasının acısını hissedemezdi."

Yarım - Emre Kalcı



Okuduğum 5.Emre Kalcı kitabının adı Yarım. Bu kitapta birçok şey yarım. Yarım bir elma, yarım bir kalp, yarım bir aşk ve kitabın sonunda yer alan 3 adet yarım kalmış mektup. Vuruyor Emre Kalcı cümleleriyle bizi bir kez daha. Aşkı tatmış bir insandan böyle şeyler okumak çok zor olmasa gerek, aşkı tatmış bir insanın böyle şeyleri okuması da çok zor olsa gerek. Kelimelere daha fazla anlam yüklenir çünkü. Güzeldi, güzel.

Alıntılar:

"Boş bir kitabı da sever insan, çünkü en çok boş bir kitabın içine güzel şeyler yazabilme ihtimalin vardır... O ihtimalle, en olmayacak hevese, olmuş gibi asılırsın..."

"Gitmek herkesin hakkı da, giden herkes haklı mı?"

"Deneyecektik olabilme ihtimalini; ölebilme ihtimaline ihtimal vermeyecektik bir ateş yakmaya çalışırken..."

"Hayat kimi kalan yapıyorsa diğerini de yalan yapıyor, inan bana..."

"Ama sonunda, bütün güzel rüyalardan uyanır insan..."

"Çalınmış bir kalp, alınmışsa çaldığını fırlatıp atan hırsızına, suç sayılır mı ki bu iki cihanda? O gece sayıldı."

"Aşk, tuzağına düşmemen gereken değil, uzağına düşmemen gerekendir."

"Gidecek yeri olmayan biri alnını trenin camına yaslar ve nereyi terk ettiğini düşünür sadece, unutma, terk ettiğin yere iyi bak..."

El - Emre Kalcı


El için gene klasik bir Emre Kalcı kitabı demek mümkün. Kelime oyunlarıyla zenginleştirdiği yazılarını okumak büyük bir keyif. Bu işi en iyi yapanlardan biri sanırım Kalcı. Veya bu türde okuduğum kitap sayısı bir hayli az olduğundan ben böyle düşünüyorum, tam olarak bilmiyorum. Eğer öyleyse bile ben çok beğendiğimi itiraf etmeliyim.

Alıntılar:

"Mutluluk toplasan anca bir kaç sayfa, acıyla ciltli aşk kitaplarında."

"Aşıklarla aptalları aynı görenler var aramızda. 'Aşk bir hayal,' deyip, sevenleri hayalci bulanlar... 'Kimsenin gözlerinde o kadar büyük deniz olamaz, yalan,' diyenler... Zarif bir dokunuşa ayağı hiç takılmamış olanlar."

"Çünkü mutlu olmayı öğrenememiş ya da mutlu edilmemiş her çocuk büyüyünce bir kaleme aşık olur mutlaka..."

"İnsan çok sevdiği biriyle yan yana gelemediğinde, dünyada henüz yan yana gelememiş kelimelerin peşine düşer, onları birleştirir... Bu, birçok şairin en görkemli özgeçmişidir..."

"Bir tren bir şehre geç gelince, bir dokunuş bir tene hep geç kalır."

"Özleyerek, kaybettiğini geri getiremez insan; sadece kendisini acının uzağına götürecek gücü kaybeder."

"Birini sevmek, seçilmiş en büyük yalnızlıkmış meğer..."

"Sevdiğim bir rüyanın peşinden gidebilmek için bilinmeye esaretim var evet;
ama korkma,
denizler kurumadan bütün gemileri yakacak cesaretim de var benim..."

"Tenimde parmak izlerini bulamıyorlar. Özgürsün artık!"

"Bir hevesle alınıp yarıda bırakılmış kitap gibiyim... İçime çoktan yazılmış cümlelerin kaderini merak ediyorum..."

"Aşk herkesi farklı yaparken, ayrılık herkesi aynı kılıyor."

"Hep bir yenilen vardır ama her zaman bir kazanan yoktur unutma..."

"Şarkılar, filmler, kitaplar, kokular, mekanlar... Hepsi aşkta adalete yardım ederler. Kendilerini hatırlatıp, unutmaya çalışanı kendi silahıyla vururlar..."

"O kadar üzülmüşüm ki, bir şiir çıkıp gelmiş aklıma..."

"Demek ki her hikaye, bitmeden önce kendini gerçekten tamamlıyor."

"Bir kalp kaç kere kırılıp iyileşir, bir bakış kaç kere hatırlanıp unutulur, bir yalan kaç kez söylenir ve en çok kaç kez affolur?"

"Ne yaşadığımı, nasıl yaşadığın ele veriyor sonunda..."

"Hepsi bu kadar işte...
Hayat da, aşk da, edebiyat da..."

6 Ekim 2013 Pazar

Hell on Wheels - Genel Yorum

Dizi dünyasında HBO kanalının bir ağırlığı olduğunu herkes bilir. Büyük toplar, yani kült olmuş dizilerin büyük çoğunluğu hep bu kanaldan çıkmıştır çünkü. AMC kanalı ise hiç kuşkusuz son birkaç yıldır dizileriyle Emmy'e ambargo koymuş bir kanaldır. (Mad Men ve Breaking Bad)

Bu yüzden ABD'de AMC'nin çıkaracağı diziler büyük bir merakla beklenir ve çıktığında da ilgiyle takip edilir. Mad Men, Breaking Bad, The Walking Dead, Low Winter Sun ve Hell on Wheels en güzel örneklerdir.

ABD'de de hal böyleyken ülkemizde bu durum tam tersidir. AMC kanalı ülkemizde bir tek The Walking Dead ile varlık gösterebilmiştir, ha Breaking Bad'i de unutmamak gerek. Kendisi son Emmy Ödülü'nün sahibi olmakla birlikte benim de şu an için en sevdiğim dizi konumundadır. 3 Emmy Ödüllü Mad Men bile azınlık bir kitle tarafından takip edilmektedir  Hell on Wheels içinse durum çok daha vahimdir. Hali hazırda devam eden tek Western dizisi konumunda bulunan Hell on Wheels gerektiği kadar ilgi görmüyor, evet.

Biraz da diziden bahsedeyim. Veya ülkemizde henüz keşfedilmemiş bir başyapıttan mı demeliyim? Varın ona siz karar verin.

Bu yapımı daha ilk bölümünde keşfetmiş biri olarak şahsen kendimi şanslı addediyorum. İki çeşit dizi izleme yöntemi vardır: Birincisi dizinin tüm bölümleri yayınlanmıştır ve o bölümleri peş peşe izleyerek kendine ziyafet verirsin, ikincisi de bir diziyi haftalık takip edersin. İkisinin de kendine has zevkleri vardır. Hell on Wheels'i haftalık takip etmek benim için büyük bir keyif.



Cullen Bohhanon: Başrolde oynayan ve Anson Mount'un canlandırdığı Cullen Bohannon ile başlamak istiyorum. Adam kelimenin tam anlamıyla yürüyen karizma. Rolünü adeta bir kostüm gibi giyinmiş durumda. Onu izlemek büyük bir zevk. Mississippili Güneyli bir askeri oynuyor dizide. Daha doğrusu ilk sezonda öyleydi. Güney Birlikleri adına iç savaşa katılıyor ve savaş bitiminde evine döndüğünde ise karısının kendisini asmış olduğunu, oğlunun da Kuzeyli askerler tarafından katledildiğini öğreniyor. Bohannon intikam yemini ediyor ve ailesinin yok olmasında başrol oynayan kişilerin izini sürmeye başlıyor. Bu yolculuk onu kıtayı bir uçtan diğerine bağlamayı amaçlayan demiryolu inşaatına götürür. Bir seyyar şehir olan Hell on Wheels'e böylelikle giriş yapmış olur Bohannon. Burada yaşayacakları ise onu intikam ateşinden uzaklaştırır ve tek amacının demiryolunu bitirmek olduğuna karar verir. Usta başı olarak başladığı serüvenine 3.sezonda tüm işçilerden sorumlu şirketin baş adamı olarak devam eder. Yani Thomas Durant'i alt ediyor da diyebiliriz.



Thomas Durant: Union Pacific Railroad Şirketi'nin demir yolu yapımında görevlendirdiği, demiryolunu kullanarak şirketin paralarını zimmetine geçirmekten utanmayan 19.yüzyılın ABD'sinde kapitalist bir adam. Arkasındaki güce güvenerek kanun adamı gibi gözüküp zaten çok az miktarda maaş alan işçilerle adeta oyuncak gibi oynaması, her türlü pisliği yapması, Bohannon'un Hell on Wheels'e adım atmasıyla sonlanır. Bohannon'u alt etmek zordur çünkü. Dizi buradan sonra Thomas Durant ve Cullen Bohannon çekişmesine sahne olur. 2.sezonun sonunda hak ettiği gibi hapsi boylayan Durant, 3.sezonda küllerinden yeniden doğar.



Elam Ferguson: Demir yolunda çalışan siyahi bir işçi, eski bir köle. Eğitim alarak yetişen nadir kölelerden biridir. İlk zamanlarda Bohannon'la pek anlaşamasa da zaman geçtikçe en güvenilir kişinin Bohannon olduğuna karar vermiştir. Bir bakıma Bohannon'la kader ortağıdır. Vahşi Batı'da birbirlerinin arkasını kollamak zorundadırlar artık. Ayrıca Bohannon sayesinde konumunda da bir yükselme olmuştur. Dizideki siyahilerin önderidir. Hell on Wheels'deki genelevde çalışan Eva adlı kadına aşıktır aynı zamanda.

Eva: Hell on Wheels'deki genelevde çalışan bir fahişe olan Eva'nın da hayatı Elam'la tanıştıktan sonra değişikliğe uğrar. İlk başlarda asi kimliğiyle tanıdığımız Eva zamanla değişir ve genelevdeki hayatına da son verir. Mr. Toole adlı adamın da kendisini sevmesi sonucunda çıkılmaz bir aşk üçgenine girilir.



Lily Bell: Vahşi Batı'nın masum sarışın hanımı.* Thomas Durant'in arazi koşullarını inceledikten sonra uygun bir yol haritası çıkarması için görevlendirdiği mühendisi Robert Bell ve adamları kızılderililer tarafından katledilir. Robert ölmeden kısa bir süre önce haritaları Lilly'e Bell'e ulaştırarak onun Hell on Wheels'e gitmesini ve haritaları Durant'e vererek olan biteni anlatmasını ister. İşte Lily'nin bu gezgin kasabayla tanışma serüveni de kısaca böyledir. Lily Bell güzelliğiyle Bohannon'u etkilemeyi başarır ve bir aşk üçgeni de Bohannon-Lily-Durant arasında yaşanır. 2.sezon finalinde ölerek de bizleri derinden üzer.

Ruth: Hell on Wheels'de hristiyanlığı yaymaya çalışan masum, şirin bir kız, rahibe. Kimsenin etlisine sütlüsüne karışmaz, işini yapar. Duygusaldır. Lily Bell'in de artık dizide olmayışından dolayı Bohannon'la yakınlaşmasını beklediğim karakter.

Peder Cole: Eskiden bir kızılderili olan bu adam hristiyanlığı kabul ederek üzerine bir takım elbise geçirir ve pederliğe soyunur. Kızılderi atalarıyla zaman zaman karşıya gelen Cole, sürekli ikilem yaşamaktadır. Ruth'a aşıktır.

İsveçli: Çakma İsveçli de diyebiliriz. Aslında Norveçli kendisi. Ama bir İsveçlidir gidiyor, herkes öyle hitap ediyor dizide. Kimseye eyvallahı olmayan, sinsi ve güvenilmez bir karaktere sahip. Bohannon'un en çok çektiği isim konumundadır. Aksanı çok hoş olmakla birlikte oyunculuğu da tartışılmaz.



Mickey McGinnes: İrlandalı. Batıya gelme sebebi servet kazanmak. Ticari zekaya sahip önemli bir karakter. Kimseyle zıt düşmemeye çalışarak işini yapar. Hell on Wheels'deki meyhane ve genelevin de sahibir aynı zamanda.

Sean McGinnes: Mickey'nin kardeşi. Onun da amacı aynı. Fakat abisiyle kıyaslandığında zayıf bir karakter ve korkak. Ticari zekaya sahip değil ve her zaman başı belada. Mickey'nin her zaman kendisini kurtarmasını bekler.

Genel Yorum: Kaliteli ve izlenebilir bir dizi arıyorsanız Hell on Wheels çok uygun bir tercih olacaktır. Tekerlekler üzerindeki cehennemle* tanışın ve güç için savaşan karakterlerin entrikalarına tanıklık edin!

Dizinin 3.sezonu yarın sonlanıyor. 4.sezon onayı gelir mi şimdilik bilinmez ama gelmesini o kadar çok istiyorum ki. Hem daha anlatılacak çok şey var, umarım devam eder. Büyük bir heyecanla 4.sezon onayını bekliyorum.

Son olarak dizinin sountrackleri bugüne dek izlediğim bütün dizileri sollar. Müziklerde açık ara önde Hell on Whells. Sırf o sahneler için bile oturur diziyi baştan izlerim.

Western sevenlere önerimdir. Western sevmeyenler de bir şans verebilirler tabii.

Her Mektubu Görülmüştür - Emre Kalcı




Yazarın kesinlikle diğer kitaplarını da okuyacağım demiştim ve öyle de yaptım. Her Mektubu Görülmüştür ile Emre Kalcı okumaya devam ettim.

Okuduğum ilk 2 kitabı (Alçı ve Sessiz Düet, Silahsız Düello) gibi tıpkı. Emre Kalcı'nın kelimelerle aşkı bu kitapta da devam ediyor. Ana konumuz gene aşk. Kitabın son 5 sayfasında ise yazar yazma tutkusunu anlatıyor bize.

Alıntılar:

"Görmek inanmak değildir, inanmak görmektir derler..."

"Seni unutmak için, senin değil artık kalbinin ihanetini bekleyen bir yalnızım işte..."

"Hasta ve hassas, ikisi de değiliz... Sadece, zekayla soykırıma uğrayan hissedenleriz."

"Yeryüzünde bir kalbe yaklaşmanın, gökyüzünde bir yıldıza ulaşmaktan daha sahici olduğunu düşündüm hep, elimdekine hep bu yüzden sıkı sıkı tutundum..."

"Ama birine alışmak, zamanla onu sevmekten daha güçlü bir hisse dönüşüyor."

"Birini bekleyebilmek, verilmiş sözlerin sağlaması olamaz mı?"

"İnsanlar gibi, cümlelerin de bir kaderi vardır..."

"Bir mektup öldüğünde, içinde yazanlar da ölür mü?"

"Bir başkasını yarım bırakan bir kalp, hala bir bütün olmaktan umutlu mu?"

"Şiir en büyük adaletti yeryüzünde, bugün bile hiç değişmemiş bir gerçektir kalbimde..."

2 Ekim 2013 Çarşamba

Bin Dokuz Yüz Seksen Dört - George Orwell


"...Gelecekle nasıl iletişim kurulabilirdi ki? Doğası gereği olanaksızdı. Gelecek ya şimdiye benzeyecekti, ki o zaman ondan haberi bile olmayacaktı ya da şimdiden farklı olacaktı, ki o zaman da içinde bulunduğu durumun hiçbir anlamı kalmayacaktı." -George Orwell.

Eminim ki az sonra söyleyeceğim şeylerin hepsi kitabın yayınlanış tarihinden itibaren binlerce, on binlerce, yüz binlerce kez farklı kişiler tarafından söylenmiştir. Farklı bir şeyler söyleyeceğimi düşünenler varsa yanıldıklarını bilsinler ve yazının geri kalanını okuyup okumama konusunda bir kez daha düşünsünler.

Bin Dokuz Yüz Seksen Dört George Orwell'ın başyapıtı, aynı zamanda da en iyi distopik romanlardan biri olarak geçmekte. Bir çoğuna göre en iyisi olsa da benim için her zaman Zamyatin'in Biz'inin gerisinde kalacak. Biz'i daha önce okumuş olmamın bu kararda başrol oynadığı da aşikar. İlk önce Bin Dokuz Yüz Seksen Dört'ü okumuş olsaydım belki daha çok severdim, kim bilir? Bu yüzden kitapta okuduklarım bir Zamyatin taklidi gibi geldi bana. Hayır, kimse yanlış anlamasın, Orwell büyük bir ustadır ve onu asla küçümseyemem; ama unutulmamalıdır ki Zamyatin de Orwell'ın ustasıdır.

Kesinlikle Bin Dokuz Yüz Seksen Dört'ü eleştirmeyeceğim, aksine öveceğim:

SAVAŞ BARIŞTIR.  ÖZGÜRLÜK KÖLELİKTİR. CAHİLLİK GÜÇTÜR.

Yukarıdaki üç çelişkili cümle üzerine kurulu tüm kitap. Biraz daha detaylıca değinmek gerekirse eğer:

Orwell Hayvan Çiftliği'nde yaptığı şeyin bir benzerini ama daha detaylısını Bin Dokuz Yüz Sekse Dört'te  yapmış. Kurgulamış olduğu karanlık gelecekte bu sefer simgeler kullanmadan oluşturmuş karakterlerini. Bu sefer hayvanlar değil, insanlar başrolde.

Geleceğin portresini Winston'ın anlattıkları sayesinde kafamızda oluşturuyoruz. "Duygularını gizlemek, aklından geçenlerin yüzüne yansımasını önlemek, herkes ne yapıyorsa onu yapmak, içgüdüsel bir tepkiydi." diyor Orwell. İnsanların robotikleştiğine vurgu yapıyor. Sistemin insanları nasıl ele geçirdiğini, köleleştirdiğini anlatıyor. "Kafatasınızın içindeki birkaç santimetreküp dışında, hiçbir şey sizin değildi." diyerek de olaya kendi bakış açısından son noktayı koyuyor. Ele geçirilmiş zihinler ve onları kontrol eden canavarlar.

"Bağlılık, düşünmemek demektir, düşünmeye gerek duymamak demektir. Bağlılık bilinçsizliktir." Burada da gene sistemin kölesi olan insanların düşünemediğinden, körü körüne bağlanmanın insanı bilinçsizleştirdiğinden dem vuruyor. "Bilinçleninceye kadar asla başkaldıramayacaklar, ama başkaldırmadıkça da bilinçlenemezler." Siteme başkaldırmayan insanlar asla bilinçlenemezler, evet. Çünkü onlar korkaktır.

"Dünya, tüm yararlı uğraşlarda ya yerinde saymakta ya da geriye gitmektedir." Bu da Orwell ustamızın ta o zamanlarda gördüğü acı bir gerçek. Evet, teknolojik anlamda dünya her geçen gün gelişiyor belki ama insanlık bakımından geriye gittiğimiz aşikar.

"İnsanlar özgürlük ile mutluluk arasında seçim yapmak zorundaydı ve büyük çoğunluk mutluluğu seçiyordu." Kitabı özetleyen cümlelerden birisi bu bence. İnsanlar mutlu olduklarında hayatın güzel olduğunu düşünürler. Oysaki yaşananlara bencil bir bakış açısıyla bakarlar. Kendi menfaatleri için yaşar birçok insan. Şahsen başkasının acınacak haldeki durumuna bakıp haline şükreden insanlar için üzülüyorum. Tiksiniyorum onlardan. Mutluluk başka bir şeydir, özgürlükse daha başka.

"Onlardan nefret ederek ölmek, özgürlük buna denirdi işte." Beni en çok etkileyen repliklerden birisi oldu bu. Özgürlüğün tanımı daha güzel yapılamazdı. Çok iyi.

Son olarak:

KAHROLSUN BÜYÜK BİRADER!

Alıntılar:

"Ne ki, yaşamak zorunda bırakıldıkları yapayalnızlıkta bu kadarı bile unutulmaz bir olaydı."

"İnsan, ardında tek bir iz bile, bir kağıt parçasına karalanmış tek bir adsız sözcük bile bırakamadıktan sonra, geleceğe nasıl seslenebilirdi?"

"Düşüncesuçu, ölümü gerektirmez: Düşüncesuçunun KENDİSİ ölümdür."

"Geçmişi denetim altında tutan, geleceği de denetim altında tutar; şimdiyi denetim altında tutan geçmişi de denetim altında tutar."

"Bilinçleninceye kadar asla başkaldıramayacaklar, ama başkaldırmadıkça da bilinçlenemezler."

"Özgürlük, iki kere iki dört eder diyebilmektir. Buna izin verilirse, arkası gelir."

"Aklı olan hem kuralları çiğner hem de hayatta kalırdı."

"Savaş savaştır, kan dökülür, üstelik verdikleri haberlerin hepsinin yalan olduğunu biliyoruz." -Julia.

"Sen yalnızca belden aşağısıyla ilgilenen bir asisin," demişti Winston

"En iyi kitaplar insana zaten bildiklerini söyleyen kitaplardır." -Winston

"Dünyanın ele geçirilmesi gerektiğine en çok bunun olanaksız olduğunu bilenler inanırlar."

"Akıllılık çoğunluğa bakılarak ölçülmez."

"Biz iktidarın sahipleriyiz," dedi. "Tanrı, iktidardır."

"Gerçek güç, uğruna gece gündüz savaşmamız gereken güç, nesnelere değil, insanlara hükmeden güçtür."

"Geleceğin resmini görmek istiyorsan, bir insan yüzüne basmış bir postal getir gözlerinin önüne, sonsuza dek."

"Bazı şeyler olmuştu, bazı şeyler olmamıştı."

"İnsan insana nasıl hükmeder, Winston?" Winston, biraz düşünüp, "Acı çektirerek," dedi.

1 Ekim 2013 Salı

Sessiz Düet, Silahsız Düello - Emre Kalcı


"Emre Kalcı sizi şiirleriyle düete, yazılarıyla düelloya davet ediyor..." yazıyor arka kapakta. 2 kısımdan oluşuyor kitap: şiir ve düz yazı. Emre Kalcı önce şiirleriyle içimizde bir yara açıyor, ardından yazılarıyla da yaramıza tuz basıyor. Şiirlerden en sevdiklerimi şöyle sıralayabilirim: Kaldığı Yerden, Bu Son Şansa Bir Şanson, Özet, Kırıkla Kuşanan Zarif Bir Bahis ve Yalanların Altını Çizdim Hep.

Gerçekten aşk üzerine en sağlam yazıları bu kitapta okudum ben. Kitabın 5 sayfadan oluşan son yazısı "Sevgililer Dünü" ise beni en çok etkileyen kısım oldu. Kalemi çok güçlü bir yazarmış hakikaten. Geç keşfettim Emre Kalcı'yı, bu okuduğum 2.kitabı. Ve kesinlikle diğer kitaplarını da okuyacağım.

Alıntılar:

"Kim, "Tanrı yok!" diyebilir ki aşk varsa!
Kim, "Aşk yok!" diyebilir ki en az bir kez doğmuşsa!
Kim, "Ben bir kez doğdum!" diyebilir ki aşık olmuşsa!"

"Sevmekten başka mucizesi, kendini yaralamaktan başka kötülüğü olmayan aşıkların ayrılıkları acı değil, özlemdir."

"Bir kelebek sayılı günlerinde uçmayı öğrenemiyorsa pes etmeli..."

"Onların silahları aşktır ve kendi silahlarıyla birini öldüreceklerse bu onlara cenneti vaat ettiklerinden olacaktır."

"Artık hayatınızda olmayan eski bir dost, yaşarken gömdüğünüz bir parça geçmişinizdir."

"Hayalet, hayal ettiğin sürece ete kemiğe bürünmez, sen onu unutmadıkça hatıralar daha derine gömülmez..."

"Gerçeğe hayalle ihanet eden suçlu bir şairin son sözüne dokunmaktır aşk... Anladım, senin şiirin eksik..."

"Gerçeğe masalla ihanet eden güçlü bir çocuğun rüyasına inanmaktır aşk... Anladım, senin düşlerin eksik..."

"Sevmek bazen hep vermektir, karşılık alamamaktır çoğu zaman, hiç vazgeçememektir asıl..."

"Kelebeklerin ömrü kısa olur diyen kitapların, sayfalarını yırtmıştım."

"Aşk hep hatırlamaktır, dönüp gelmektir bazı zaman, hiç gidememektir asıl."

"İstiyorum ki hatırlamak, unutmaktan daha uzun sürsün."

"Özlemek en büyük adalet, en büyük intikamdır."

"Gidenler için gitmenin en iyisi bile, kalanlar için kalmanın en kötüsüdür."

"'Seni seviyorum' demek için geç kalmayan, sihri sadece kendi yüreğine geçen küçük bir büyücüyüm ben!"

"Ben güzel bir hayalim, sen duru bir düş; beni yok say ve kendi hayatından düş..."