5 Nisan 2014 Cumartesi

OZ İlk 2 Sezon

Yazı ilk iki sezon hakkında bir dolu spoiler içerir.

Uzun zamandır OZ ve The Wire'ı izlemek istiyordum, OZ'a başladım. Elli altı bölümden oluşan dizinin sekizer bölümlük ilk iki sezonu bitirdim hatta, üçüncü sezona geçerken de bir şeyler söylemek istedim.

Geçenlerde bir yerde okumuştum "The Wire'a giden yol OZ'dan geçer" yazıyordu. OZ bittikten sonra hemen The Wire'a başlayacağım ve böylelikle bu iki efsane diziyi peş peşe izlemenin keyfini yaşayacağım.

İlk bölümü gayet iyiydi. Prison Break''de gördüğümüz o hapishane ortamının daha sert bir versiyonu OZ. Ama sakın Prison Break'le karşılaştırmak gibi bir hataya düşmeyin. Prison Break hapishaneden kaçışı anlatır, OZ ise hapishanenin ta kendisini. Hapishane içerisinde yaratılmış bir efsane diyebiliriz sanırım.

Diziye başlamadan önce de epey bir araştırma yapmıştım hakkında. Sert bir dizi bekliyordum ve beklediğim gibi de çıktı açıkçası. Hem de daha ilk bölümden. Senarist Dino Ortolani gibi efsane olabilecek bir karakteri ilk bölümde öldürerek bizlere OZ gerçeği hakkında bir ön gösterim sunuyor adeta. Bunun bir fragman olduğunu ve bundan sonrası için kendimizi hazırlamamız gerektiği sonucunu çıkarmamız gerekiyor.

OZ bir hapishane ve dizide geçen olayların ana mekanı da hapishanenin "Em City" adlı bölümü. Çok nadir de olsa, zaman zaman diğer bölümleri de görüyoruz fakat hiçbiri Em City kadar çekici değil.

OZ karakter odaklı bir dizi değil. Sağlam karakterler bir bir ölüyor fakat bu hiçbir problem teşkil etmiyor. Çünkü ölen karakterin yeri anında bir başkasıyla dolduruluyor ve bu döngü bu şekilde işleyip gidiyor. Tabii OZ'a yeni gelenler kendilerine bir grup bulmazlarsa hayatlarına devam etmeleri mucizelere kalıyor. Yeni gelen karakter ya güçlü bir imaj yayıp kendini korumalı, ya da kendisinden istenen her şeyi yaparak günün sonunda ölmediğine şükretmeli.

Tobias Beecher adlı karakter bu anlamda mükemmel bir örnek. Bir anlık dalgınlıkla ufak bir kız çocuğuna çarpıyor ve kendini OZ'da buluyor. Üstelik kendisi bir avukat, evli ve çocukları da var. OZ'a geldikten sonra hayatı bir daha asla eskisi gibi olmayacaktır Beecher'ın. Bir karakter evrimine hep birlikte tanık oluyoruz bu şekilde. İlk zamanlarda çok güçsüz, itilip kakılan bir karakter iken, artık bu duruma daha fazla tahammül edemeyeceğine karar verip kendini korumaya başlar. Üstelik, bunu başarır da.

En dikkat çekici karakterlerden birisi de hiç kuşkusuz Augustus Hill. Dizinin yoğun temposunda Hill'in konuşmaları bir nebze de olsa nefes aldırıyor izleyiciye. Hayatı sorgulatıyor ve OZ'da yaşanan olaylardan kendimize bir pay çıkarmamız gerektiğini anlıyoruz. Dahiyane bir fikir bu, takdir edilesi.

Önce Dino Ortolani sonra Jefferson Keane derken sevdiğim karakterlerin birer birer ölümlerini izlemek beni çok üzmüştü diziye yeni başladığım zamanlarda, ama sonra fark ettim ki OZ'un efsane olmasının tek sebebi de bu aslında. Adamlar "bu çok sağlam karakter, seveni fazla, öldürmeyelim" diye düşünmemişler, sırası gelen gidiyor. Bu yönüyle diğer tüm dizilerden ayrılıyor OZ. Çünkü ne olacağı belli değil. Herkes birbirinin ayağını kaydırmakla meşgul. Hiç kimse güvenilir değil.

Kareem Said gibi bir karizmatik karakter daha yoktur herhalde. Sadece müslümanların değil, sezon finalinde tüm Em City'nin saygı duyduğu bir karakter olup çıkıyor. Yine ikinci sezonda da yardıma ihtiyacı olan herkese dil, din, ırk tanımadan yardım etmesi, sezon finalinde ise  tahliye kararını reddetmesiyle de gönüllerde taht kurmuştur. Benim de ilk iki sezon itibarıyla en saygı duyduğum karakterdir kendisi.

İlk sezonda özellikle uyuşturucu ticaretini çok iyi anlatmışlar. Bir hapishanede yaşanabilecek her şey son derece gerçekçi bir şekilde izleyiciye aktarılıyor. Cinayet, tecavüz, uyuşturucu kaçakçılığı, homo erkekler ve daha bir çok unsur. Hatta idamı da ekleyebiliriz bunlara. Yaşanan onca şeye ek olarak idam kararının da uygulanması işleri daha da vahimleştirmiş durumda.

Ryan O'Reily çok sinsi ve iki yüzlü bir karakter. Fakat OZ gibi bir yerdeyseniz eğer, bu özelliklere ihtiyacınız var demektir, bu yönden baktığımızda O'Reily'nin çok zeki bir karakter olduğunu söylemek mümkün. Aynı zaman da güçlü de, bu şekilde tehlikelerden uzak kalabiliyor. Kanser olması ve kardeşinin de hapishaneye düşmesi onu çok da fazla etkilemiyor. Veya etkilendiği halde bunu dışa yansıtmamaya, hayatta kalmak için güçlü olmaya devam ediyor. Aynı zamanda gerçek hayatta kardeşi olan Cyril O'Reily'e olan sevgisini görmek, onu korumak için her şeyi göze almasına tanıklık etmek güzel anlar yaşatıyor izleyiciye.

İlk sezonun finalindeki isyanın ardından ikinci sezonda hapishane eski işleyişine geri dönüyor ve mahkumlar bir nevi başarısız oluyorlar. İsyan sırasından ölen mahkumlar ve gardiyanlar için soruşturmalar başlıyor, herkes tek tek sorgulanıyor ve kısa süre sonra Em City tekrar o bilindik havaya bürünüyor. İsyanın biraz daha uzun sürmesi ve yönetimin mahkumlarda olması daha mı iyi olurdu acaba diye düşündüm bir an için fakat OZ'un senaristlerine güvendiğim için, içim rahat bir şekilde izlemeye devam ettim.

Birer saatlik bölümler öylesine güzel akıp geçiyor ki, tek bir an dahi sıkılmıyorsunuz izlerken. Sahneyi bir karakter terk ettiğinde en az onun kadar sağlam bir karakter o boşluğu dolduruyor ve bu şekilde sahneler bir biri ardınca kayıp geçiyor.

Dino Ortolani, Jefferson Keane, Grove, Nino ve Scott Ross gibi daha bir sürü karakteri ilerleyen sezonlarda göremeyeceğiz fakat yeni katılan karakterle boşlukları dolacaktır elbette.

Son söz olarak da şunu söylemek istiyorum:  1997 yılında televizyona adım atmış olan böyle bir efsaneyi izlediğim için kendimi şu an çok şanslı hissediyorum. İzlemeyenler adına da üzülüyorum. İzleyip de sevmeyenler adına daha çok üzülüyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder